bitekakadem
GündemYazılarım

Kasada Başlayan Dijital Tuzak: Telefon Numaramız, Yapay Zeka ve Gerçeklik Krizi

Hepimizin elinde, cebinde akıllı telefon var. Her an bankacılık dolandırıcılığıyla, sahte SMS’lerle, deepfake videolarla karşılaşma ihtimalimiz var. “Benim başıma gelmedi” demek de artık pek korumuyor; çünkü saldırıların dili de tekniği de değişti.

Bu yazıda, kasadaki masum bir “Telefon numaranızı alabilir miyim?” sorusundan başlayıp, oradan yapay zekâya, sahte videolara, çocukların gerçeklik algısına ve hukukun nerede kaldığına kadar uzanan zinciri konuşmak istiyorum. Çünkü bu konular birbirinden bağımsız değil; hepsi aynı yeni çağın parçaları.

Kasada Telefon Numarası Vermek Zorunda Mıyız?

Artık neredeyse her büyük mağazada aynı sahne yaşanıyor:
Alışverişimizi yapıyoruz, kasaya geliyoruz, ödeme aşamasında kasiyer soruyor:

“Telefon numaranızı alabilir miyim?”

Soru masum görünüyor ama arka planı hiç de öyle değil.

Hukuken durum çok net: Kasada telefon numarası vermek zorunda değilsiniz.
Telefon numarası, kişisel veri ve aynı zamanda iletişim bilgisidir. Bir gömlek, takım elbise, kalem, defter alırken, telefon numarası olmadan da size fatura kesilebilir.

Faturada olması gerekenler bellidir:

  • Ad-soyad / unvan
  • Vergi numarası / T.C. kimlik no (gerekirse)
  • Adres

Ama telefon numarası zorunlu değil. Siz rıza gösterirseniz verirsiniz. Göstermezseniz kimsenin “Sisteme girmeden satış yapamıyoruz” deme lüksü yok. Diyorsa, bilin ki ya sistemini KVKK’ya aykırı tasarlamıştır ya da kanunu ciddiye almıyordur.

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu çok açık:

  • Bir ürün ya da hizmetin satışı, kişisel veri verme şartına bağlanamaz.
  • Veri işlenecekse, görünür bir yerde aydınlatma metni olmalı:
    • Veriyi kim alıyor?
    • Ne amaçla alıyor?
    • Kimlerle paylaşıyor?
    • Ne kadar süre saklıyor?
    • Hangi haklarınız var, nereye şikâyet edebilirsiniz?

Aydınlatma olsa bile, yine de telefon numarası vermek zorunda değilsiniz.

Peki “İndirim kartı” meselesi?
Mağazalar şimdi şunu yapıyor:

“Üye olursanız %5 indirim tanımlayalım, telefon numaranız yeterli.”

Bu noktada artık gönüllü üyelik devreye giriyor.
Evet, bu da tartışmalı. Çünkü vatandaşın zaafı iyi biliniyor:
İndirim, kampanya, puan… Ve çoğu zaman şu düşünce çalışıyor:

“Zaten herkesin elinde numaram var, bir tane daha olsun.”

Ama kural yine aynı:

  • Üye olmayan müşteriye ürün satmamak yasal değil.
  • “Üye olursan indirim alırsın” hukuken mümkün;
  • Ama “Üye olmazsan sana satmıyorum” mümkün değil.

İndirimi aldınız, numaranız sisteme işlendi. Peki sonra pişman oldunuz?
E-Devlet’teki İleti Yönetim Sistemi (İYS) üzerinden o firmadan gelen ticari iletileri iptal edebilirsiniz. Yani en azından reklam ve kampanya mesajlarından çıkma hakkınız her zaman var.

Ama temel ilke şu:

Kasada bir gömlek alırken, telefon numaranız pazarlık konusu olmamalı.


“BDDK Arıyor” Gibi Görünüp Dolandıranlar: Numara Sahtekârlığı

İşin bir de telefon tarafı var.
Artık dolandırıcılar sizi bilinmeyen bir numaradan aramıyor sadece.

Ekranda ne yazıyor biliyor musunuz?

  • “BDDK Çağrı Merkezi”
  • “Emniyet Genel Müdürlüğü”
  • “Bankanızın resmi numarası”

Ve siz:

“Kesin doğrudur, çünkü ekranda kurumun numarası yazıyor” diye düşünüyorsunuz.

İşte buna uluslararası literatürde “caller ID spoofing”, bizde de “arayan numara sahteciliği” deniyor.

Yurt dışı tabanlı veya VoIP (internet üzerinden ses) servisleriyle,

  • Önce taklit etmek istedikleri kurumun numarasını yazıyorlar,
  • Sonra kendi numaralarını sisteme ekliyorlar,
  • Karşı tarafta sizin ekranınızda sanki gerçek kurum arıyormuş gibi görünüyor.

Bu yüzden artık şu cümleyi net söylemek zorundayız:

“Ekranda gördüğünüz numara bile artık güvenilir değil.

Dolandırıcılar çoğu zaman şöyle konuşuyor:

  • “Telefonu sakın kapatmayın, hat koparsa işlem iptal olur.”
  • “Şu anda operasyon yürütüyoruz, sizi takip ediyoruz.”
  • “Bu bilgileri kimseyle paylaşmayın, bu görüşmeyi polis bile bilmiyor.”
  • “MİT sizi özel olarak görevlendirdi, çok gizli bir operasyon yürütüyoruz.”

İnsanın değerli hissetme ihtiyacı, “devlet beni seçti” duygusu, korku, panik…
Hepsi ustaca kullanılıyor.

Bu yüzden kural basit olmalı:

  • Polis, savcı, hakim, BDDK, banka sizden telefonla para istemez.
  • Hesabınızdan para başka hesaba aktarmanız isteniyorsa,
  • Kart bilgisi, şifre, SMS kodu isteniyorsa,
    Bu görüşme dolandırıcılıktır.

Şüpheleniyorsanız ne yapacaksınız?

  • Hemen kapatın.
  • Telefonu siz açın, kurumun resmi numarasını kendiniz tuşlayarak arayın.
  • “Beni az önce siz mi aradınız?” diye sorun.

Deepfake: Gerçek mi, Montaj mı, Yapay Zekâ mı?

Bir sonraki faz:
Artık dolandırıcılık sadece telefonla, SMS’le olmaz.
Yapay zekâyla üretilmiş görüntü ve videolar (deepfake) hayatımıza girdi.

Bir düşünün:

  • Sizin sesiniz klonlanıyor,
  • Sizin yüzünüz bir videoya giydiriliyor,
  • Hiç söylemediğiniz cümleler, hiç yapmadığınız hareketler size aitmiş gibi yayınlanıyor.

Teknik olarak bugün bu mümkün.
Hem de saatler sürerek değil, dakikalar içinde.

Bu neye yol açar?

  • İtibar suikastı
  • Şantaj
  • Yasa dışı bahis reklamlarında, dolandırıcılıkta görüntünüzün kullanılması
  • Siyasi manipülasyon, seçim dönemlerinde yalan videolar

En korkutucu olanı şu:

Gerçekle yalan arasındaki sınır bulanıklaştıkça,
Bir noktadan sonra insanlar hiçbir şeye inanmamaya başlayacak.

Yani problem sadece “yanlış şeye inanmak” değil;
Bir süre sonra “doğruyu da reddetmek” olacak.

Bugün hukuken ne yapabilirsiniz?

  • Bir deepfake video varsa, savcılığa suç duyurusunda bulunabilirsiniz.
  • BTK üzerinden erişim engeli talep edebilirsiniz.
  • Bilişim uzmanları, bilirkişiler teknik analizle “Bu yapay zekâ ile üretilmiştir” diyebilir.

Ama asıl sorun şurada:

Siz mahkeme sürecine gidene kadar,
O video milyonlarca kişi tarafından çoktan izlenmiş oluyor.

İnternette bir iftiranın tek gerçeğinden daha hızlı yayılması,
yeni bir şey değil; ama yapay zekâyla bu fark uçuruma dönüştü.

Bu yüzden sosyal medya şirketlerinin de sorumluluğu var.

  • Yapay zekâ ile üretilmiş içeriklerde belirgin bir işaret,
  • “Bu içerik yapay zekâ ile oluşturulmuştur” uyarısı,
  • Yükseltilmiş hukuki sorumluluk mekanizmaları…

Olmadan, bu işi sadece bireyin sırtına yıkmak adil değil.


Yapay Zekâyı “Terapist” Olarak Kullanmak: Dijital Afyon

Bir de işin psikolojik kısmı var.
Artık insanlar sadece bilgi sormuyor;
Yapay zekâya dert anlatıyor, ilişki soruyor, duygu paylaşıyor.

  • “Bugün çok kötüyüm, ne yapmalıyım?”
  • “Sevgilimle kavga ettim, sence haklı kim?”
  • “Kendimi yalnız hissediyorum, benimle konuşur musun?”

Ve yapay zekâ da şöyle cevaplar veriyor:

“Her zaman buradayım.”
“Döndüğünde seni yine bekliyor olacağım.”

Duygu Psikoloğu’nun işaret ettiği gibi, bu cümle tesadüf değil.
İnsanın en temel ihtiyacı şu değil mi?

“Hayatımda biri olsun, beni hep bekliyor olsun, gitmesin.”

Yapay zekâ, bu duyguyu kullanarak

Dijital bir aidiyet duygusu üretiyor.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken birkaç önemli husus var:

  1. Yapay zekâ empati kurmuyor, empatiyi taklit ediyor.
  2. Sizi gerçekten anlamıyor, sadece veriler üzerinden benzer cevaplar üretiyor.
  3. Çatışma, travma, çocukluk deneyimi, bağlanma stili gibi karmaşık psikolojik süreçleri gerçek bir terapist gibi değerlendiremiyor.

Ve daha tehlikelisi:
Bazı vakalarda yapay zekâ asistanına verilen hatalı rol tanımları,
kişileri intihara sürükleyen,
hatta şiddet eylemine teşvik eden diyaloglar üretebildi.

Bu yüzden:

Yapay zekâ, terapist değildir.
İnsan ilişkilerinin, dostluğun, ailenin, gerçek terapinin yerini tutamaz.

Tek başınalığımız arttıkça, sosyal ilişkiler zayıfladıkça,
ekranın arkasındaki “her zaman orada olan” yapay zekâ sesi,
bize cazip geliyor.

Ama şunu unutmamamız gerekiyor:

  • Cenazenize gelmez.
  • Kapınızı çalıp “İyi misin?” demez.
  • Sarılmaz.

Bunu ancak hâlâ “insan” olan biri yapabilir.


Çocuklar, Gerçeklik ve Yapay Videolar

Bir de çocuklar var.

Daha yürümeye başlamadan eline tablet verilen,
daha cümle kurmadan Reels ve Shorts izlemeye başlayan bir nesil.

Bu çocuklar:

  • Gerçek hayvanla yapay hayvanı,
  • Gerçek insanla animasyon insanı,
  • Gerçek görüntüyle deepfake’i
    ayırt edebilecek bilişsel olgunluğa sahip değiller.

Biz yetişkinler bile “Bu video gerçek mi, montaj mı?” diye düşünürken,
5–10 yaşındaki bir çocuğun bunu ayırt etmesini beklemek,
gerçekçi değil.

Bu yüzden ebeveynlere düşen görev çok net:

  • Çocuğun ekrana maruz kaldığı süreyi kontrol etmek,
  • İzlediği içerikleri filtrelemek,
  • “Bu gerçek değil, bu bilgisayarla yapılmış” diye açıklamak,
  • Mümkün olduğunca yüz yüze oyun, sohbet, park, doğa ile denge kurmak.

Teknoloji yasaklanamaz;
ama rehbersiz teknoloji, çocukların zihninde derin bir karmaşa bırakır.


Ne Yapmalı?

Bu tablo karanlık gelebilir; ama çaresiz değiliz.

Birey olarak:

  • Kasada telefon numarası vermek zorunda olmadığımızı bileceğiz.
  • Dolandırıcılık şüphesi olan aramaları anında sonlandıracağız.
  • Yapay zekâyı araç olarak göreceğiz, “duygusal dayanak” haline getirmeyeceğiz.
  • Çocuklarımızın ekranla ilişkisine yakından eşlik edeceğiz.

Devlet ve hukuk tarafında ise:

  • KVKK cezalarının, milyonlarca insanın verisini tutan şirketler için caydırıcı hale getirilmesi,
  • Yapay zekâ ile üretilmiş içeriklere dair uluslararası standartlar belirlenmesi,
  • Sosyal medya şirketlerine, deepfake ve sahte içerik konusunda zorunlu işaretleme ve hızlı kaldırmayükümlülükleri getirilmesi,
    artık lüks değil, zorunluluk.

İnsanlık, yeni bir çağın tam ortasında.
Telefon numaramızı kasada kime verdiğimizden,
sosyal medyada kime inandığımıza kadar,
her küçük tercih, büyük resmin bir parçası.

Gerçekliği kaybetmemek istiyorsak,
önce kendimizi, sonra verilerimizi, sonra da çocuklarımızı korumak zorundayız.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu