
Brezilya’daki COP30 zirvesi, küresel ısınmadan çok küresel düzenin nasıl kurgulandığını gösteriyor. Türkiye ise bu tabloda hem imzacı, hem deney alanı.
Küresel İklim Politikaları Masada: COP30’un Gölgesinde Yeni Dünya Düzeni

Brezilya’nın Belem kentinde düzenlenen COP30 zirvesi, küresel iklim politikalarının geleceğine dair sadece teknik kararlar değil; aynı zamanda dünya düzenine yön verecek stratejik mesajlar da içeriyor. Bu nedenle zirve, ulusal medyada yeterince yer bulamasa da insanlığın geleceğini doğrudan ilgilendiren başlıklarla dolu. Biz de TV5 ekranlarında üç değerli konukla—Araştırmacı Yazar Ali Osman Önder, Çevreci Gazete Genel Yayın Yönetmeni Sezgin Akkoyun ve araştırmacı-yazar Fahrettin Taşkaya—COP30’un görünmeyen arka planını masaya yatırdık.
Zirvenin Görünmeyen Çerçevesi
COP toplantıları her yıl farklı bir ülkede düzenleniyor. Ancak bu toplantıları, yalnızca iklim bağlamında değerlendirirsek büyük resmi ıskalamış oluruz. Ali Osman Önder’in vurguladığı gibi süreç, Birleşmiş Milletler İklim Çerçeve Sözleşmesiyle başladı; Kyoto Protokolü, Paris İklim Anlaşması ve “İklim Kanunu” ile devam etti. Yani ortada birbirini tamamlayan bir küresel ödev zinciri var.
Bu ödevlerin merkezinde ise ülkelerin karbon emisyonlarını azaltması, enerji sistemlerini dönüştürmesi ve ekonomik yapılarının yeniden şekillendirilmesi bulunuyor.
Ancak Önder’e göre bu politika paketinin asıl adı farklı:
“Dünyaya iyilik sosuyla sunulan bir baskı rejimi kuruluyor.”
Türkiye’nin de Paris İklim Anlaşması’nı onaylayarak ve iklim kanununu Meclis’ten geçirerek bu yapının parçası hâline geldiğini belirtiyor. Önder’e göre KOP31’e ev sahipliği yapacak olmamız, bunun yeni bir göstergesi.
Brezilya’daki Gerginlik ve Fosil Yakıt Gerçeği
Zirvenin düzenlendiği Belem’de halk protestoları yaşandı. Fosil yakıtlardan çıkış konusunda yaşanan tartışmalar ise konferansın seyrini belirledi. Brezilya yönetimi dahil birçok ülke, “henüz fosil yakıtlardan tamamen çıkamayacaklarını” açıkladı.
Sezgin Akkoyun’un yorumu net:
“Bu toplantılar bir ‘yeşil tiyatroya’ dönüşmüş durumda. Fosil yakıtları eleştirmek için toplanıyorlar, ama sonuç belgelerinde fosil yakıt kelimesi bile geçmiyor.”
Akkoyun’a göre iklim değişikliğinin en temel sebebi üretim modeli. Kapitalizmin kontrolünde büyüyen endüstriyel yapı, fosil yakıtlara bağımlı olduğu için gerçekte sistem kendisini değiştiremez. Bu yüzden de küresel zirveler “niyet beyanı”ndan öteye geçemiyor.
Türkiye’de 7600 Orman Yangını: Coincidence mı, Pattern mı?

Ali Osman Önder’in dikkat çektiği bir veri, Türkiye’deki iklim tartışmalarını daha karmaşık bir yere taşıyor:
1 Temmuz 2025 – 24 Kasım 2025 arasında 7600 orman yangını.
Bu rakam 98 bin futbol sahası büyüklüğünde alanın yanması anlamına geliyor.
Önder’e göre bu sayı tesadüf değil:
“İklim kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte ormanların ve tarım alanlarının hızla azalması, Türkiye’nin küresel dönüşümde bir pilot bölge hâline getirildiğini gösteriyor.”
Aynı dönemde hayvancılık verilerindeki dramatik düşüş de dikkat çekiyor.
Net Sıfır Emisyon: Hedef mi, Tehdit mi?
Fahrettin Taşkaya’nın en çarpıcı uyarısı ise “net sıfır emisyon” hedefine dair:
“2050’de net sıfıra ulaşmak, canlı nüfusunun çok büyük oranda azaltılması demektir. Fosil yakıtsız bir teknolojik dünya mümkün değil.”
ABD’nin COP’a katılmaması da Taşkaya’ya göre bir mesaj:
Kendi çıkarlarını tehdit eden bir politika paketine uyma niyetleri yok.
Madencilik: Türkiye’nin Kanayan Yarası
İkinci bölümün en çarpıcı tartışmalarından biri maden politikalarıydı.
Sezgin Akkoyun’un ifadesiyle:
“Türkiye’de madencilik sorumlu değil, vahşi şekilde yapılıyor. Doğa, su kaynakları, tarım alanları geri dönüşü olmayacak biçimde tahrip ediliyor.”
Fatsa’dan Cerattepe’ye, Kazdağları’ndan Eskişehir’e kadar pek çok bölgede maden ruhsatlarının genişletildiğini; zeytinliklerin, ormanların, tarım sahalarının hızla yok edildiğini belirtiyor.
Akkoyun ayrıca, sağlığa doğrudan zarar veren siyanürlü altın işlemeye dikkat çekerek, “rehabilitasyon” vaadinin gerçekte bir aldatmaca olduğunu söylüyor.
Önder’in verdiği bir bilgi ise tabloyu daha karanlık bir yere taşıyor:
“İliç’teki maden sahasının ardında Rio Tinto gibi küresel şirketler ve onların sahibinin Rothschild ailesi olduğunu biliyoruz. Altın madeninin büyük bölümü yurt dışına gidiyor.”
İklim Değişikliği mi, İklim Yönetimi mi?
Konukların ortaklaştığı nokta şu:
- İklim değişikliği gerçek.
- Ancak küresel aktörlerin sunduğu çözüm paketleri, iklimi değil sistemi kurtarmaya yönelik.
- Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, çevreyi en az kirleten ülkeler olmalarına rağmen yaptırımlarla en çok karşılaşan ülkeler.
Ve belki de en önemlisi:
Doğanın tahribatı ile ekonomik bağımlılık arasında kopmaz bir bağ var.
Son Söz
COP30 zirvesi bize şunu gösteriyor:
İklim meselesi artık sadece çevresel bir başlık değil; ekonomik, siyasi ve toplumsal bir dönüşümün merkezinde duruyor.
Fakat bu dönüşüm, gerçekten insanlığı mı koruyor, yoksa yeni bir küresel sistemin dayatma araçlarına mı dönüşüyor?
Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir yol izleyeceği, önümüzdeki yıllarda hem çevresel hem ekonomik kaderimizi belirleyecek.
Gerçek sorular ise hâlâ masada duruyor:
- Kimin için bir “yeşil gelecek”?
- Kimin omuzlarına yüklenen bir “yeşil maliyet”?
- Ve asıl olarak: Bu dönüşüm gerçekten doğayı mı kurtaracak, yoksa doğayı bahane edenleri mi güçlendirecek?




